top of page
Baki Önal

Dinlerin gastronomiye Etkisi: 'Budizm'

Dinlerin gastronomi üzerindeki etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Bir kültürü anlamanın yolu, inançlara göre beslenme alışkanlıklarından geçmektedir. M.Ö. 6. yüzyılda Hindistan'ın kuzeydoğu bölgesinde yaşamış olan Siddharta Gautama'nın düşüncelerine bağlı olarak gelişen ve dünyanın en büyük dinlerinden biri olan Budizm, bugünlerde 500 milyonu aşkın mensubu ile Çin, Japonya, Kore, Moğolistan, Nepal, Sri Lanka, Tayland ve Tibet gibi ülkelerde varlığını göstermektedir. Budizmin ibadet anlayışı Buda merkezlidir. Buda'nın doğumu ve aydınlanma dönemi gibi önemli zaman dilimlerinde ve her kameri ayın dört gününde, güneşin doğuşundan batışına kadar olan süreçte oruç tutmak emredilmiştir.


Bu dört gün; ayın birinci, dokuzuncu, on beşinci ve yirmi ikinci günleridir. Bu günlerde tam dinlenmek gerektiğinden, herhangi bir iş görmek yasaktır. İftar sofrasını hazırlamak bile yasaklanmıştır. Buda'nın doğduğu, konuşma yaptığı, öldüğü yerler ise ibadet mekanları olarak kabul edilmektedir. Budistler için günlük yaşamlarında büyük önem taşıyan çok çeşitli ritüeller ve uygulamalar bulunmaktadır. En önemlilerinden birisi olan beslenme ritüelleri, dinin manevi uygulamaları ve öğretileriyle yakından bağlantılı olduğundan, Budizm'de önemli bir role sahiptir. Budizm'de yiyecek tüketme eylemi, yalnızca bir geçim kaynağı olmaktan öte bir şeydir.


Farkındalığı ve şefkati geliştirmek için bir fırsat olarak görülmektedir. Bir dizi manastır kuralı ve yönergesi olan "Vinaya", Budist keşişlerin ve rahibelerin tüketmesi gereken yiyecek türlerine ilişkin özel talimatların ana hatlarını çizmektedir. Örneğin, keşişlere yalnızca sadaka olarak aldıkları yiyecekleri yemeleri ve hayvanın kendileri için özel olarak öldürülmediğine dair kesinlik olmadığı sürece et tüketmekten kaçınmaları tavsiye edilir. Bu uygulama, Budizmin temel ilkesi olan "Ahimsa" yani şiddetsizlik ilkesiyle uyumludur. Budistler, kendileri için kesilen etleri tüketmekten kaçınarak, tüm duyarlı varlıklar için şefkati teşvik ettiklerine ve acıları en aza indirdiklerine inanmaktadırlar. "Ahimsa" ilkesine bağlı kalan din mensupları, kan akıtmayı ve kurban kesmeyi kesin bir şekilde reddetmektedirler. Günümüz Budistlerinin ise etyemezliğe karşı benimsedikleri tavır, bulundukları yöreye göre değişiklikler göstermektedir. Güneydoğu Asya ve Sri Lanka gibi "Theravada" geleneğine bağlı ülkelerde, rahiplerin et dahil kendilerine bağışlanan hemen hemen tüm yiyeceği kabul etmeleri "Vinaya" ile zorunlu tutulmuştur.


Çin, Kore ve Vietnam'da ise rahiplerin et yememeleri beklenirken, Tayvan'da ise rahip ve rahibeler ile halktan takipçilerin çoğunluğu, her tür hayvan ürünüyle birlikte sarımsak, soğan gibi kimi bitkilerin tüketilmemesine özen gösterir. Japonya'da kimi rahipler etyemezliği benimsemiş olsa da genelde manastırdaki eğitimlerin dışında, çoğunluk et yer. Coğrafi koşullar nedeniyle sebze yetiştirmenin zor olduğu Tibet'te, etyemezlik geleneksel olarak nadir olarak uygulansa da günümüz din liderleri etyemezliğin mümkün olduğu yerde benimsenmesini öğütlemektedir. Tüm bunlara ek olarak sıradan insanların keşişlere yiyecek teklif etmesi çok yaygın bir durumdur. Budist tapınağında bireyler, sabah sadaka turlarında keşişlere sunmak üzere meyve, sebze ve pişmiş yemeklerden oluşan sepetler getirmektedirler.


Bu hareket, cömert ve özverili olmanın bir yolu olarak yapılmakla birlikte insanların da adak sunarken şükran ve farkındalık geliştirmelerine olanak tanımaktadır. Farkındalık kavramı, Budist öğretilerinin önemli bir yönüdür. Budist uygulayıcılar genellikle dikkatli yemek yeme uygulamalarını günlük yaşamlarına dahil ederler. Örneğin, her yemekten önce, yiyeceğin kaynakları, onu yetiştirmek ve hazırlamak için harcanan çaba ve bunun vücutları üzerindeki etkisi üzerinde düşünmek için zaman ayırırlar. Yemek sırasında yavaşça çiğner ve her lokmanın tadını çıkarırlar. Bu sayede şükran ve farkındalık duygusunun gelişmesine yardımcı olduklarını düşünmektedirler.

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page